az  |   tr
Fəlsəfə dünyası

ALMILA DERGİSİ SALAHADDİN KHALİLOV-AŞKIN RENKLERİ   –  [14.04.2016]

ALMILA DERGİSİ SALAHADDİN   KHALİLOV-AŞKIN RENKLERİ

felsefe optiğinden
aşkın renkleri 
Müslüm Işıklar
 
Halilov’a göre sevgi, insanın manevi âleminin derinliklerinde ortaya çıktığından, onu mantık düzleminde değerlendirmek çok zordur. Bu hususta da görev, her ne kadar sevgiden sürekli bahsedenler şairler olsa da ‘iş’ felsefededir.

Aşkın rengi var mıdır, varsa ne renktir? Ya da aşk birden fazla renkten oluşan bir karışım mıdır? Biraz ondan biraz bundan denecek somutlukta mıdır? Aşkın tanımı nedir, aşk iki kişilik midir? Biri kadın, diğeri erkek arasında gelişen tanımlanabilir veyahut tanımlanamaz duygulardan oluşan bir şey midir? Ya da aşk şey midir? ’Hayır,aşk, gözle görülen, kulakla duyulan, elle dokunulan bir şey değildir. O, Halik ile halk ettiği arasında somut olarak duyumsanmayan nitelikte bir etkileşimdir’ cümlesindeki gibi duyularımızı aşan bir kavram mıdır? Türk dünyasının önemli isimlerinden, filozof Selahaddin Halilov’un ‘Felsefe Optiğinden Aşkın Renkleri’ isimli yapıtını okurken, bir anlığına zihnimden geçen sorulardı bunlar. Halilov’un ilkin anlaşılması kolay olmayan ancak içine girdikçe insanı derinden etkileyen kitabı belki de daha nice sorulara gebe...


Halilov’un Aşk Felsefesini

Takdim ve Giriş



Yazar ve mütercim Senail Özkan, kitaba “Doğu’da aşk, başlangıcı ve bitişi olmayan bir masaldı, efsaneydi, şiirdi, felsefeydi: Ontolojinin estetiğe dönüşmesiydi. Aşk varoluşun estetik sırrıydı; tıpkı ipek halının ipliği gibi renk renk, düğüm düğüm bütün halıda mevcut olduğu hâlde bir sırdı.” cümleleriyle, yani bu toprakların kadim aşkı anlayışıyla takdimde bulunuyor. Sonrasında, atalarımızın bıraktığı aşkın destansı söylemine sahip çıkamadığımızı hayıflanıyor: “Çağlara aşk destanları söyleten Doğu’da katarlar, ne hazin ki nice zamandır aşksız ilerlemekte, hem de
kolektif muhayyilenin harabelerini temaşa ederekten. Atalarımızın zengin mirasına sahip
çıkamadık!..”

Yazar ve mütercim Senail Özkan’ın takdiminden sonra Halilov’un bu farklı, bir o kadar da ilgi çekici eserine giriş bölümüyle adım atılıyor. Eser, girişle beraber toplam sekiz bölümden oluşuyor. Her bölümde aşkın ilişki içinde olduğu alanlardan bahsedilmiş. Giriş bölümünde kitabın yazılış amacı adeta tek paragrafla özetlenmeye çalışılmış. Yazar “Bu kitap kendi sevgisini anlamaya çalışmayanlar ya da mantık bağlamında sevgi ve muhabbeti taklit etmeğe çalışanlarla ilgili değil; burada idrak düzeyine ulaşmış sevgiden, onun mahiyeti, biçimleri, unsurları ve diğer manevi olaylarla bağlantısından bahsedilmektedir.” diyerek umumca bilinen sevginin dışına çıkacağının haberini veriyor.

Halilov’a göre sevgi, insanın manevi âleminin derinliklerinde ortaya çıktığından, onu mantık düzleminde değerlendirmek çok zordur. Bu hususta da görev, her ne kadar sevgiden sürekli bahsedenler şairler olsa da ‘iş’ felsefededir. Konu hakkında Halil Cibran’dan alıntıda bulunur: “Hayat onun gönlünü okuyacak şarkıcı bulamadığı zaman onu idrak eden filozof yaratır.”

Aşk Duygusu

Karşılıklı sevginin, insan kalbinin başkasına açılan yegâne hâl olduğundan bahseden Halilov, Byron’dan alıntıda bulunarak: “Sevgi gönül seslerinin armonisi, kalplerin birbirini anlamasıdır.” der.

Doğu’daki aşkın kuralında ise lirik anlatım olduğunu ifade ederek, aşkın umumiyetle şiir ve müzikle veyahut da drama içerikli sahnelerle sunulduğunu belirtir. Geleneksel şark fikrine göre aşkın bambaşka bir âlem olduğunu vurgulayan filozof, o âleme yalnızca âşıkların girebileceğini, onların da kendilerinden geçmiş hâlde olacağını, “ayık” insanın nazarının orada yabancı olarak algılanacağını söyler.

Bu durum belki de aşkın Mecnun hâlini ifade ediyordur. Zira sonrasında, aklı başında olanlar açısından ulaşılmaz olup karanlık kalması, sevenler için ise parlak olması nedeniyle aşkın göz kamaştırmasından bahsedilmektedir. Yazara göre bunu da gören hiç olmamıştır. Doğu edebiyatında çöllere düşen Mecnun’un hâline anlam veremeyen insanların onu anlayamaması örneği, kültürümüzde herkesin hafızasında yer eden en bilindik aşk örneğidir. Selahaddin Halilov, aşkın bu bilinmezliğini, aşka dışarıdan anlam verilemeyişini ‘öbür dünya’ kadar muamma olarak
görmekte.

Doğu’daki aşkta ‘sevgi sevgidir’ inanışının sonucunda beşeri aşkla ilahi aşkın birbirinden ayrılmadığını ifade eden yazar, felsefi düşüncelerle dini düşüncelerin tek bir sistem içinde bütünleştirilmiş ‘aşk öğretisi’ olarak ortaya çıktığından bahseder.

Ancak yazar, herhangi bir duygunun mutlaklaştırılmasının Doğu’da marifet olarak kabul edilmesine karşın, gerçekçi yaklaşıldığında mahvedici etkisinin ortaya çıkacağına vurgu yapar. Buradan da aşkın Batı’da şeytanilikle ilişkilendirilmesinin tesadüfen olmadığına göndermede bulunur.
 
Yazarın ‘Aşk Duygusu’ bölümünün devamındaki sevgi tanımlarını da aşkın birlik hâli olarak tanımlayabiliriz. Buradaki birlik, adı üstünde Vahid’in ahengine doğru olan birliktir. Sevgi ona göre:
      Kalbin yarımlığından doğan bir his olup tamamlanmaya muhtaçtır. Yarımın bütünlenme azmidir. Parçanın bütüne, yarımın tama doğru hareketidir. Bir’in yüceliğine, büyüklüğüne, bütünün güzelliğine, tamın ahengine hayranlıktır. Bütüne dâhil olarak bütünleşmek, vahitte eriyerek Bir’leşmektir.
 
Halilov, aşkın hâllerini anlatmaya devam ederken onun karşılıklı olma hâlinden bahseder. Birinin diğerini sevmesinden diğerinin haberi yoksa aşk kanununun çalışmayacağını ve farklı soruların ortaya çıkacağını zikreder. ‘Peki, o seni sevmiyorsa sen onu nasıl sevebilirsin?’ sorusu temel sorudur. Cevabı ise şöyledir:
 ‘Sen aslında karşı tarafın gönül dünyasını, içsel âlemini zerre kadar tanımıyorsun. Sadece kendi kendini onu sevdiğine inandırmışsın, bu yalancı duygu sana hâkim olmuştur. Senin sevgi âlemin güzeldir, amma bu yalnızca senin kendi dünyandır’
 
Yazara göre aşkın kurbanları da vardır. Bu konuda insanın kendi Ben’inden fedakârlıkta bulunduğunu, bu kişilerin de Doğu’da daha çok kadınlar olduğunu ifade eder. Doğu’nun kadınları, erkeklerine göre daha fedakârdır. Bu konuda ruhunu feda eden genellikle kadınlardır.
 
Sevgi, Halilov’a göre süreç içinde oluşabilecek bir durumdur. Üç aşamalı sürecin birinci ayağı ilk etkilenme, ikinci ve üçüncü ayakları ise hayranlık ve meftunluktur. Eğer aşk, kavuşmayla sonuçlanmıyorsa yeni aşamaya geçilmeden sona kadar bu aşamada süreç işler.
 
İlk Aşk ve Şehvet
 
‘İlk Aşk ve Şehvet’ bölümünün başlarında “Ebeveyn sevgisi genetik ayniyet duygusundan ileri gelmekle birlikte, narsizmin bir tezahürüdür. Söz konusu ‘Ben’in, ferdi manevi hayatın, ikinci kişide sürdürülmesidir. İlk aşk ise insanın kendisinin olmasa bile, idealinin dışarıda mevcut olmasına yaklaşımıdır. Yeniyetmenin cinsel duygusu daha yeni yeni şekillenirken, onun bizzat kendisinin bile daha anlamadığı bir sevk-i tabii ile kalbinde bir ışık yanar ve dünya güzelleşir, daha renkli görünmeye başlar.” der. Böylelikle bireyin gönlünde aşk türünden idealin meydana geldiğini ifade eden Halilov, esasında bunun da genetik olarak nesilden nesle aktarıldığını düşünür.
 
Yeniyetme kızlarda da kendi yaşıtlarından ziyade, olgun erkeklere ilgi duyma hissinin oluştuğunu ve bu hisse anlam verilemediğini belirtiyor. Yazara göre bu yaştaki kız çocukları, duygularından tiksinir, utanır lakin tüm olumsuzluklara karşın yine de bu hissiyattan kurtulamaz. Bu durumun belki de en önemli nedeni kız çocuklarının, yaşıtı erkeklere göre daha hızlı buluğ çağına ermesi ve akranı olan erkek çocuğunu çocuksu bulmasıdır.
 
Eser sahibi, bu yaştaki ergenlere verilecek eğitimin önemli olduğu mesajını bir kez de Britanyalı ünlü filozof Bertrand Russel’dan yaptığı alıntıyla verir:
 “Ergenlik çağındaki gençleri kendi cinsel duygularıyla baş başa bırakmak, bu duyguların saklandığı yerden çıkarılması, basitleştirilmesi ve düzenlenmesi için gerekli bilgileri vermemek, onlara karşı acımasızlık olarak görülmelidir.”

Devamında Halilov, birden çok aşk türünden bahseder: Yaratıcılık aşkı, ayniyet aşkı, ilahi aşk, bireysel (cinsel)aşk. Bu türler içinde ise adından en fazla bahsedilen bireysel olandır. Bireysel aşkı diğer türlerden ayıran en önemli özellik olarak, onun şehvani duygulara dayanmasını görür. Şehvetin ise aşkta değerli olduğunu Ebu Turhan’ın ‘şehvet aşkın tuzudur’, İngilizlerin de ‘aşk hayatın tuzudur’ sözleriyle destekler.
 
Din ve Aşk

 Aşkın dini boyutunu kişinin kendisini yaratıcıya boyun eğmek, ona secde etmek sözleriyle açıklamaya çalışan yazar, bunların tamamının ilah aşkın belirtileri olduğunu söyler. Aşk, yalnızca ezeli ve ebedi olan Yaratıcıya yöneltildiğinde sınırsız olabilmektedir. Bu bağlamda Yunus Emre’ye atıfta bulunur:

      İlahi bir aşk ver bana kandalığım bilmeyeyim / Yavı kılayım ben beni isteyüben bulmayayım

Bireysel aşkın ilahi aşka kavuşmasını, benzetmede bulunarak somutlaştıran düşünür, her iki aşkın birleşimini iki damlanın tek damlada birleşmesine ve denize akışına benzetir. Denize denk gelecek şey ise sadece ilahi aşktır.
 
Halilov’a göre insan, yaratıldığından onun nefs dünyası ve ruhu belli ölçüde tamamlanmıştır. Eksik tarafı ise tamamlanmaya muhtaçtır. Bu sebeple de insan, hayatı boyunca sezgisel ve içgüdüsel olarak tamamlanmaya can atmaktadır. Can attığı şey ise Vahdet’tir.
 
Buradan sonra dinlerdeki tasavvufa değinen yazar, dinlerdeki kâmil insana erişebilme arzusunu birbirine benzetir. Hint medeniyetinde Nirvana’ya yükselmek için Buda öğretisini, Çin’de Tao mertebesi için Lao-Çe öğretisini içselleştirmenin gerekli olduğunu, benzer biçimde İslâm medeniyetindeyse kâmil insan olabilmek için tasavvuf eğitimi almanın şart olduğunu ifade eder.

Ona göre insanlık, aşağı basamaklarda farklılıklar arz etse dahi yukarı tırmandıkça birbirine benzemektedir.
 
Bireysel aşktan ilahi aşka yükseliş yolunda milli duygu ve vatan sevgisinin de aşamalardan olduğunu düşünen eser sahibi, buna sebep olarak da aşk duygusunun Doğu’da somutlaşmamasını öne sürer. Aşkın objesi ne olursa olsun her zaman aynı karakterlerle açıklanmaktadır. Din ve aşk bölümünü ise şu cümleyle sonlandırır:

  “Nefsi yenerek ruh âlemine kavuşmak, vahiy mertebesine yükselmek ve kendisinin Hallac-ı Mansur gibi Hak olduğuna değil, Hakk’a kavuştuğunu, onun bir parçası hâline geldiğini anlamak, hissetmek işte budur yüze mutluluk, budur kemale ermek!”

İlahi Aşk ve Aşk Dini

Bu bölüm, sevginin mahiyet ve içeriğinin belirlenmesi yönünde sadece iki tarafın bulunduğunun ifadesiyle başlar. Bu iki tarafın da iddialı olduğunu düşünür. Bahse konu iddialı iki grup ise şairler ve filozoflardır. Ona göre şair, duygusal yaşantıları yalnız tasvir eder. Söz konusu bu duygusal yaşamın idrak edilmesi ise felsefi tefekkürle gerçekleşebilir. Bu görüşlerini felsefe ve edebiyatı aşkta buluşturarak adeta taçlandırır.
 
Eser sahibi, bir kadına duyulan aşkın ilahi aşka giden yolda vesile olarak değerlendirilmesinin tasavvufta kabul görmediğini düşünüyor. Devam ederek, ilahi aşka sevgi dini olarak değerlendirdiği İslâmiyet’in övücülerinin ulaşabileceğini ifade ediyor. Bu övücülerin en önemli temsilcileri olarak ise İbn Arabi ile Celaleddin Rumi’yi görüyor.
 
Halilov, Hüseyn Cavid’den  yaptığı alıntıdan yola çıkarak İslâm’da kâfirlerle evlenmenin yasaklanmasının kendine göre nedenine ulaşıyor.
Şöyle der Cavid: 
                                   Hayır, istemem güzel kız
                                   Sevgilim Tanrıdır yalnız

“Burada güzel kıza olan ilgisizliğin nedeni onun Tanrı’ya alternatif olarak görülmesidir.” der ve devam eder: “Ne Cavid ne de onun eserlerindeki kahramanlar kadın güzelliğini yadsımamakla birlikte, bu güzelliğin Tanrı’ya alternatif olmasını kabullenemiyorlar.”

Bu cümleyi kâfirlerle evlenmenin yasak olmasına neden olarak bağlar, yalnız Tanrı’ya doğru can atanların ve imanlı olanların gerçek anlamda aşka layık olduğu sonucuna ulaşır.
 
Filozof, Doğu ile Batı’nın düşünme biçimini Hegel’in sözleri üstünden kıyaslayarak ele alır.5 Ona göre Doğu, bütünü ele almaktadır. Her bir şey başka bir şeyin parçasıdır. Bu başka şey de kapsamında bütünü için can atmaktadır. Her şey tek ve mutlak olanın içinde anlamlıdır. Bir belirti ve olay durumundakiler kendini belli etmek için dâhil olduğu cevhere muhtaçtır. Aynı zamanda cevher de belirtilere muhtaç olduğundan, onlar aracılığıyla ifade olunmaktadır.

Devamında yazarın tasavvuf öğretisini, bilhassa da vahdet-i vücut düşüncesini panteizm olarak yorumlamaya çalışanlara itirazıyla karşılaşmaktayız. Ona göre kendine has öğretisi olması nedeniyle tasavvuf, Batı öğretilerinden hiçbiriyle özdeşleşemez. Hüseyn Cavid’in eserlerinde ön planda olan fikirler ise geleneksel tasavvufun bile sınırlarını aşmaktadır.
 
Selahaddin Halilov, biraz daha öteye giderek Cavid’i sufiler içinde en çok İbn Arabi’ye benzetir. Arabi’deki ilahi güzelliği övme, dünyada arama eğiliminin Cavid’de de var olduğunu iddia eder. Hatta Cavid’in bir dörtlüğüyle de düşüncesini kanıtlamaya çalışır:
                               Nerde parlarsa hakikat, şeref, vicdan,
                               İyilik, doğruluk, güzellik, inan,
                               Orda var sevgi, orda var iman:
                               Orda var, şüphesiz büyük Yaradan

 Bu benzerlik Mevlana ile de paralellik gösterir: 
                               Ben sevgi esiriyim... her an,
                               Her zaman özlerim öyle cihan 
                               Ki, bütün kâinatı aşk olsun
                               Gönül uçdukça itila bulsun

Bunların yanında Cavid’in görüş ayrılığında olduğu sufiler de vardır. Örneğin Hallac-ı Mansur ve Nesimi’deki ‘Hak benim, Hak bendedir’ gibi fikirler Cavid’de yoktur. O, daha çok vahdete işaret etmektedir.
                              Ayrı olsak da işte her ikimiz 
                              Bir rübabın inildeyen sesiyiz.
 
Halilov, bunun ‘Allah’ı görme’ makamı olduğunu düşünür. Onun da cismani değil, kalbi gözle gerçekleştiğini ifade eder. Kitabın belki de en can alıcı veyahut da özeti olacak cümlesi bundan sonra karşımıza çıkar: ‘En büyük ideal Allah’ı kapsamak değil, Allah duygusuyla kapsanma, O’na
 tapınma, O’na sığınmadır.’

‘İlahi Aşk ve Aşk Dini’ bölümü, dinlerin özdeş olması çıkarsamasıyla son bulur. İslâm’ın ve Hristiyanlığın merhamet ve sevgi davetinden geçtiğini, bu düşüncenin de tek olan Allah’a karşı duyulan sevgi fikrine götürdüğünü ifade eden yazar, buradan özdeşlik bağlantısını kurar. Esasında Doğu’da olan söz konusu fikrin 18. ve 19. asırlarda Batı şiirinde de görülmeye başlandığını ileri sürer. Friedrich Hölderlin’in ‘din, güzelliğe karşı duyulan sevgidir’ ifadesi de bu anlamda devrim olarak değerlendirilmektedir.
 
Aşk ve Akıl

Aşk, hangi alanların kapsamına girer, aşkı hangi dal hangi boyutlarda ele alır, aşkın gerçek mahiyeti nedir, aşkta sorumluluk hangi alandadır? Cevaplarını şöyle verir:

“Aşk, şairlerin övdüğü, nesir yazarlarının kendini alakadar eden toplumsal dramatik olayları ve sosyal dönüşümleri sanat marifetiyle aydınlatmaya çalıştığı, psikologların insan davranışı ve manevi hayatı üzerindeki etkisini ve sağladığı motivasyonu araştırmaya çalıştığı, sosyal psikoloji uzmanlarının daha çok aile ve yerel sosyal gruplar bağlamında incelediği bir konudur.”
 
Görüldüğü üzere aşk, edebiyattan sanata, toplumbilimden psikolojiye-sosyal psikoloji kadar birçok alanın kapsamına giriyor. Birden çok alanı ilgilendirmesine rağmen, yine de yazar, bu duruma itiraz eder. Zira tüm bu alanlar ve yaklaşımlar aşkın gerçek mahiyetini ortaya koyabilecek güçte değildir. Ona göre burada filozof devreye girer. Filozoflar aşk konusunu ele alırken dikkatli davranmaya çalışmışlardır. Aşk, rasyonel düşünceyle ve bilimle açıklanamaz. Çünkü aşk, bilimin aydınlatacağı bir konu değildir. Halil Cibran’ın ifadesiyle ‘hayat kendi kalbini okuyabilen şarkıcı bulamadığından kendi aklıyla konuşan filozof yaratır.’

Aşkın geleneksel olarak Doğu’nun konusu olduğunu ifade eden Halilov, Mevlana’dan Tagor’a10, Nizami’den Hafız’a, Fuzuli’den Cavid’e kadar birçok Doğulu şairin isimlerini zikrederek aşk konusunda büyük eserler icra ettiklerinden bahseder. Sühreverdi’nin11 kemali, aşk ve şevkle ilişkilendirmesi de eserde bahsedilen hususlardandır. Cahilin aldığı zevkin, kemale ermiş kişinin aldığı zevkle kıyaslanamayacağı Sühreverdi’nin sözleriyle ifade edilir:

“Kemal sahibi olmayan gafil zevk alamaz. Her bir zevkin miktarı kemal derecesine bağlıdır.”
 
Eser sahibine göre en büyük âşık ise Işıklar Işığı’na secde eden kimsedir. Sühreverdi’nin ifadesiyle Nur’ul-Envar. Bu artık ilahi bir aşktır. İşte insanı insan eden akıl olsa da, gerçek yetkinlik akıl makamında değil, bu aşk makamında kazanılır.
 Fuzuli:
‘Delilik zincirinden beni akl eyledi mehrum / Divane olup akl ile tuttum ona divan’
 
Celaleddin Rumi:
Bahtiyar ve mahrem olan bilir ki, akıl Şeytan’dan, aşk Adem’dendir’ der.

Aşk, sarhoşluk, uyuşturucu ve uyku yazara göre aklın yokluk hâlidir. Sarhoşluk durumunda akıl ortadan kalkınca insan bilinçsiz hâlde, bilinçaltı arzuların baskısında olur. İnsanın içgüdüleri, sıkılmış duyguları onu yönetmeye başlıyor. Bu durumu açılan bir yaya benzeten yazar, direncin kaybolduğunu, birikmiş arzuların bağımsızlığa kavuştuğunu ifade eder. Aşkın yokluğu delilik makamıdır. Doğu şiirlerinde aşk da deliliğin hâllerinden olarak görünür. Bu konuda Mecnun’un hatırlanmasının yeterli olabileceği söylenir.
 
Doğu’da ve Batı’da Aile ve Aşk Meseleleri

Bu bölümde aşk ile evlilik üzerine kafa yoran Halilov, evlilik yapmak ve aile hayatı kurmak için aşkın en gerekli şart olduğunu söyler. Lakin yine de bu yeterli şart değildir. Aile yaşantısında insan, hayatın romantik olmayan gerçeklikleriyle de karşılaştığından, sonraki ilişkiler de bu realiteyle bağlantılı biçimde şekillenir.

İfrat derecesindeki aşk ise gerçekçi olmadığından uzun süreli olmaz. Lakin yine de ilk aşkın genel olarak ifrata kaçması dikkate değerdir. Yazar, bu durumdan yola çıkarak bilgelerin ‘ilk aşkın gözü kördür’ sözlerine vurgu yapar.
 
Doğu’da sevdiğinin duygularına saygı gösterilmemesine değinen Halilov’a göre bunun nedeni
duyguların akla yer bırakmamasıdır. Bireysel aşkının kölesi olanlar tam da bu nedenle kendi sevgilisinin duygularına saygı göstermemektedir. Sevdiği için dünyayı feda edecek kişiler onun duygularına değer vermemekte. Bu sebepten ötürü de kız kaçırma olgusuna bile olumlu bakanlar vardır. Batı’da ise kız kaçırma suç olarak değerlendirilmektedir. Belki bizde de hukuk açısından suçtur lakin kız kaçırmayı gelenek olarak yüceltenler de onu suç olarak görüyorlar mı?

Yazar, bunun nedenini de açıklamaktan geri durmuyor. Toplumda böyle hâllerin ortaya çıkmasının esas sebebini duygunun büyüklüğünden ziyade entelektüel seviyenin zayıflığı, toplumsal sorumlulukla ilgili bilgilerin kısıtlı olmasına bağlıyor.
 
Selahaddin Halilov’un gençlere de bazı önerileri var. Gençlere kendi ideallerini günümüzdeki gerçekliğe göre değil, klasik edebiyatımızdaki değerlere göre oluşturmasını tavsiye ediyor. Tam oluşturulmasa dahi klasik edebi mirasımıza fazladan yer ayırtılmalıdır. Bunun toplumumuz tarafından da desteklenmesi, milli-manevi değerlerimize dönme yönünde somut gelişmeler yaşanması gerektiğini ve alnı açık şekilde istikbale ancak bu yolla yürüyebileceğimizi ifade ediyor.
 
Kadının Sosyalleşmesi ve Aşkın Transferi

Halilov, Doğu toplumlarında geçmişten bugüne kadının sosyalleşme sine de değiniyor. Doğu’da kadının sosyalleşmesi, kendisinin elinde olan bir şey değildir. Mekânının belirleyicisi dahi erkeğe göre tanımlanmıştır. Yazar, kadının sosyalleşme seviyesinin baba ve kayınpeder evi arasındaki yol ile sınırlı kaldığın dan bahseder. Toplumsal olarak ‘aile kurmak’ dense de bu durum esasında ‘aileye taşınmak’tır.
 
Yazar, bu olguyu Batı dünyası ile kıyaslar: “Avrupa’da ise kızların bir yerden başka yere nakli taşınma olarak değil, inşa olarak değerlendiriliyor. Artık bizde de, bilhassa şehirlerde taşınmanın yerini inşa almaktadır. Acaba hangisi iyidir?”
 
Ardından sorusunun cevabını bulmaya çalışır: Akla, ilk başta ‘inşa’nın daha iyi olduğu fikri gelmektedir. Lakin bu durumun da kendine özgü sorunları söz konusudur. Hayata yeni atılan bu insanların kısa sürede aile için gerekli imkânlara kavuşması zor gözükmektedir. Bu durumda da iş, yine anne babaya düşüyor. Hayatın sorunlarıyla karşı karşıya kalan gençlerin romantik aşkları göklerden yere iniyor ve aşkın önemsizleşmesiyle sonuçlanıyor.
 
Benzer durum Halilov’a göre ‘taşınma’ hâlinde de söz konusudur. Geniş aile içinde kalan genç çiftlerin aile içinde romantik anlar geçirebilme süresi azalmaktadır. Hem yaşamın zor şartları hem de kaynana-kayınbaba ile olan zorlu ilişkiler, yüce duygu olan aşkın aleyhinde çalışmakta.
 
İş ortamında ise sorunları evde bırakan insanlar, adeta iş yerinde nefes alıp, orada dinlenmektedir. Halilov, bu durumu paradoks olarak değerlendirir: Çalıştığın yerde dinlenme paradoksu! Eserin sonlarına doğru Batı ve Doğu’daki utanma duyguları üstüne hukuk normlarına değinen yazar, yine kıyaslamalara başvuruyor. Ona göre Batı’da kimse hayat tarzından dolayı utanç içine girmez. Utanç duyulacak hususlar zaten hukuk kapsamında değerlendirilmektedir. Hukukun dışına çıkmadığı sürece kişi özgürdür. Lakin Doğu’da toplumun baskısı, hukuk sisteminden daha ağırdır. İnsanlar, toplumun baskısını hissetmemek için eylemlerini çoğu zaman gizler. Bu da içte farklı, görüntüde farklı hareketlere sebep olur. Neticede toplumda riya artar ve kişilerin gerçek yüzünü bilmek zorlaşır.
 
Yazara göre, güçlü taraf olması nedeniyle sorumluluğun daha çok erkeklerde bulunması gerekir. Fakat yine de suçlu, erkeklerden ziyade genel olarak toplumdur.
 
Büyük filozof Halilov’un değerli eserindeki son cümlesi de yozlaşan Doğu toplumlarına uyarı niteliğindedir. Son cümlesi beklenmedik yerden ve beklenmeyen şekildedir: “Gözümüzün önünde devran, aşkı şehvete feda ediyor. Yeni ‘âşıklar’ ortaya çıkmakta ve dine, millete ve geleneğe meydan okumaktadırlar. Hayat bayağılaşmakta, büyük idealler Batılılaşma adıyla feda edilmektedir. Fakat Batı aslında bizim düşündüğümüz gibi değil ve asıl bayağılaşan modern Doğu’nun kendisidir.”

Son Söz

Yazının başında kendi kendime yönelttiğim bazı suallerden bahsetmiştim. Aşkın rengi var mıdır, varsa ne renktir? Ya da aşk birden fazla renkten oluşan bir karışım mıdır? Biraz ondan biraz bundan denecek somutlukta mıdır? Aşkın tanımı nedir, aşk iki kişilik midir? Biri kadın, diğeri erkek arasında gelişen tanımlanabilir veyahut tanımlanamaz duygulardan oluşan bir şey midir? Ya da aşk şey midir? ‘Hayır, aşk, gözle görülen, kulakla duyulan, elle dokunulan bir şey değildir. O, Halik ile halk ettiği arasında somut olarak duyumsanmayan nitelikte bir etkileşimdir’ cümlesindeki gibi duyularımızı aşan bir kavram mıdır?
 
İnsan evladının en karışık iki imtihanı ne diye sorulsa muhtemelen birinde aşk, diğerinde felsefe cevabı verilir. Bu iki anlaşılması zor alanı tek bir potada eritmeye çalışan Halilov’un bu eseri neticesinde zihinlerin daha da karışması beklenebilir. Lakin sadece şu cümleler bile aşkın ve bilgeliği sevme (Âlim olan Allah manasında) anlamına gelen felsefenin ne olduğunu anlamamıza yardımcı olmaya yeter de artar bile: ‘En büyük ideal Allah’ı kapsamak değil, Allah duygusuyla kapsanma, O’na tapınma, O’na sığınmadır.’ Bu ifadenin üstüne söylenecek her söz israf olarak değerlendirilebilir.
 
Yazara göre aşkın kurbanları da vardır. Bu konuda insanın kendi Ben’inden fedakârlıkta bulunduğunu, bu kişilerin de Doğu’da daha çok kadınlar olduğunu ifade eder. Halilov’un değerli eserindeki son cümlesi de yozlaşan Doğu toplumlarına uyarı niteliğindedir: “Hayat bayağılaşmakta, büyük idealler Batılılaşma adıyla feda edilmektedir. Fakat Batı aslında bizim düşündüğümüz gibi değil ve asıl bayağılaşan modern Doğu’nun kendisidir.”

okundu: 3161


Doğa ruhun maddi görüntüsü olduğundan, insan onu yalnız ruhun yardımı ile anlayabilir
Ebu Turhan
 
 Felsefi müzakere
Yanıtla
 
  Elmi konfranslar və faydalı linklər
 
 DERGİ
2017 - 2 Dünya getdikcə daha çox fəlsəfəsizləşir və sanki göylər yerə enir. Amma fəlsəfi düşüncələr və polemikalar səngimək bilmir və “Fəlsəfə” jurnalı da hələ çıxmaqda davam edir.
Devamı
 KİTAP
MEDENİYET ve KÜLTÜR Modern hayatı mazi üzerine inşa etme çabaları ifrat düzeye vardığında zararlı sonuçlar doğurmaktadır. Bu durum, muhteşem bir sarayı kadim bir mabet üzerine inşa etme girişimine benzer.
Devamı
AŞKIN RENKLERİ ''Aşkın Renkleri'' Kitabı Aşk konusu yüzyıllarca düşünen ve seven insanların temel konusu olmuştur.Tabii ki bu konuda hiç düşünmeden sevenlerde, çok düşünüp fakat bütün yaşamı boyunca hiç sevmeyenlerde var.
Devamı
Romantik Şiirde Doğu Batı Meseleleri Azerbaycan'da çok sayıda ünlü müsteşrik bulunmaktadır. Dünyaca ünlü olan müsteşrikler... Arapça Farsça ve Türkçe'nin meşhur dil bilimcileri, bu dillerde yazılan manzumelerin uzman araştırmacıları, Azerbaycan'ın ve bütün İslam aleminin ünlü tarihçileri İslam üzerine araştırma yapan akademisyenler, metin uzmanları vb. birkaç yıl öncesine kadar Azerbaycan'da şarkiyat alanında öncülüğünü yapan Aida İmankuliyeva da, ilk bakışta sadece, bu tür ünlü müsteşriklerden biri olarak gözükmektedir.
Devamı
"swfobject.js"

© 2010 Felsefe Dünyası- Tüm hakları saklıdır. Sitede bulunan bilgiler ancak kaynak gösterilerek kullanılabilir. Site Elshad100 tarafından hazırlandı.