Əziz oxucular!
Dünya
getdikcə daha çox fəlsəfəsizləşir və sanki göylər yerə enir. Amma fəlsəfi
düşüncələr və polemikalar səngimək bilmir və “Fəlsəfə”
jurnalı da hələ çıxmaqda davam edir. Bu bir ətalətmi, yoxsa zamanın enişinə
qarşı duruşmu, bunu zaman özü göstərəcək.
Noyabrın
16–da UFAD-da Beynəlxalq Fəlsəfə günü qeyd olundu.
Jurnalın
baş redaktoru, UFAD başkanı S.Xəlilovun Türkiyə türkcəsindəki çıxışını təqdim
edirik:
Prof.
Dr. Salahaddin Halilov: İnsanın kendi hayatını idrak etmesi ve gelecekteki
hayatını bilinçli olarak inşa etmesi sadece felsefi düşünce ile mümkün
olabilir. Fakat, her insan felsefi düşüncenin yüksek seviyelerine erişemez ve
büyük çoğunluk bilinçsiz ve anlık hayat yaşar. Tabi ki, filozof
olabilmek herkes için mümkün değildir. Fakat, filozoflar bunu başkalarına
aktarmanın yollarını bulabilirler mi?
Herkesin
kendi bireysel hayatını idrak etmesi ile evrensel felsefi düşünce arasında bir
de milli düşünce aşaması vardır.
Her
halkın tarihinde güncel sosyo-politik problemlerin yanı sıra onun strateji
gelişim çizgisini belirleyen, milli özbilinçten kaynaklanan görevler de vardır.
Fakat ne yazık ki halkın milli benliğini ifade eden hayati meseleler bazen
güncel problemler içerisinde, siyasal çekişmelerin, yerel sosyo-politik
çıkarların, yine maddi ihtiyaçların karşılanmasından doğan bireysel ve
toplumsal çabaların mücadelesi sahnesinde geri plana itilir ve bazen de
büsbütün unutulur.
Çağdaş
dönemde tüm dünya halklarının felsefi düşüncelerinin yapısında Batı felsefesi
hakim konumdadır. Küreselleşme, sadece Batı tekniğinin, Batılı sermayenin
yayılması ile sınırlı kalmayıp, aynı zamanda Batı’daki düşünce biçiminin
saldırısı ile karakterize edilmektedir. Bir eliyle çağdaşlığa, Batı’ya
sıkı-sıkıya tutunanlar, diğer eliyle milli felsefi
düşüncelerini korumaya çalışıyorlar. Ancak hayat yolunu seçerken, çalışma programını
belirlerken aktif düşünce biçimi olarak özellikle ilk eldekini seçmek durumunda
kalıyorlar. Çünkü hem biçim ve belki hem de içerik olarak geçmişe mal olmuş
türk-islam felsefî düşüncesi, bizi kuşatan teknoloji dünyasında fayda
sağlayamıyor. Diğer elimizdekini ancak
bir sembol olarak, bir egzotik fikir olarak koruyoruz. O da eğer
koruyorsak!?
Peki, bu durumda nasıl bir yol takip etmek
gerekir? Milli-manevi değerlerimizi bir sembol yaparak gerçek süreçlere formel
olarak eklemek değil, millilikle çağdaşlığın içerik zeminindeki vahdetini
sağlamak gerekir!
Günümüzde millet, milli ben, milli kimlik hakkında
çok konuşuluyor. Fakat bizi başkalarından farklı kılan, özgünleştiren hususlar,
milli belirliliğin envanterleri bilinmediği sürece bu türden konuşmalar iyi
niyetin ya da milliyetci sloganların ötesine geçemez. Tam tersi milli mesele
özel otoritenin, özel imacın etki alanının genişletilmesi için araca dönüşür.
İnsanların milli duyguları üzerinden manipülasyon yapanlar bu konuyu politikada
eninen boyuna kullanırlar. Ne yazık ki, aydınlarımızın bir kısmı da meselenin
mahiyetini anlamadan, sadece milli birlik misyonunu gerçekleştirmek adına söz
konusu çeşitli güçleri desteklemek için çaba sarfetmektedirler.
Milli ve evrensel çıkarların özneleri gerçek
toplumsal güce dönüşmediğinde, her şey bireysel ekonomik çıkarların ve nefsanî
duyguların etkisi altına girdiğinde, çıkarlar fezasında bireysel amaçları ifade
eden vektörlerin istikameti güçlü milli ve evrensel duyguların etkisiyle genel
bir eğilim edinmediğinde faaliyetler sistemi yerine faaliyetler kaosu oluşur ve
böylece yedek vektör sıfırlanmış olur. Herkes belli yönde hareket ediyor,
herkes çalışıyor, faaliyet gösteriyor ama milli gelişim katsayısı sıfıra eşit
oluyor. Millet ne kendisi gelişiyor ne de insanlığın gelişimine pozitif etki
ediyor.
Oysa her şeyden önce milletleşmek, gerçek
anlamda millet olmak gerekiyor. İsim, soy ismi ile değil, sadece konuşma ile,
saz ve söz ile değil, aynı zamanda idrak ve felsefi düşünceyle de. Milli ruh
kendisi de belirli gelişim evrelerinden geçer. Bir kimsenin özbilinç sürecinde
duygudan düşünceye ve oradan da felsefi dünyagörüşüne doğru geçtiği yola benzer
biçimde bir millet ancak ruhun duygusal halinden felsefi özbilinç düzeyine
yükseldiğinde tam anlamıyla büyük millete dönüşür. Kendini sevmekten, kendine
tapmaktan başlayıp özbilince uzanan bir yol!
Milli felsefi fikrin, ahlakın,
gelenk-göreneklerin yeni kuşaklara iletilmesi, varlığının devam ettirilmesi
bakımından milli-manevi yapıtlar, sanatsal edebiyat gerçekten büyük önem
taşımaktadır. Bir milletin canlı tarihi bir yerlerde kırıldığında, gelişiminin
hereketettirici güçleri kısıtlandığında, yine gelişim yolu dış güçlerce kasıtlı
olarak başka yöne döndürüldüğünde milli genin hiç değilse farklı bir kulvarda,
tarihüstü biçimlerde, düşünce, hatıra, edebiyat ve güzel sanatlarda yaşatılması
zorunluluğu doğar.
İnsan, belli bir millete ait olmanın öncesinde
insandır. Ve milli mensubiyeti ne olursa olsun her bir insan için genel,
gerekli yönler vardır. “Etnik-milli” anlamı çeşitli grupların bireylerini
ayrıştıran yönleri ihtiva ettiği için içerik olarak fakir ve solgundur. Geniş
anlamda “milli” anlamı ise her insana özgü gerekli şartları sağladığından, daha
zengin ve kapsamlıdır.
İnsanı karakterize eden niteliklerden çoğu; onun
maddi ihtiyaçları, zekâsı, bilgisi ve pratik becerileri evrensel nitelik taşır.
Asırlar boyunca önceki kuşakların çalışmaları ile gelişmiş bilim ve teknoloji,
maddi ve teknik servetler tüm insanlara aittir. Ancak herhangi bir millete
mensup olan insanlar belirli bir dili konuşur, belirli adet ve gelenekleri
muhafaza ederler. Bunlar etnik-milli özelliklere aittir. Milli dilden farklı
olarak matematiğin dili, bilgisayarın dili, tekniğin dili küresel özellik
taşır. Daha doğrusu bu dilleri bilen insanlar da milletler gibi gruplaşıp kendi
aralarında iletişim kurarlar.
Bu bakımdan, biz artık yeni toplumsal
birliktelik normlarının doğduğu ve onların “etnik” birlikteliklere oranla daha
dayanıklı olabileceği bir doneme adım atmış bulunuyoruz. Özellikle,
küreselleşme ortamında kitle iletişim araçlarının ve internetin yol açtığı,
mekân sınırından bağımsız olan böyle yeni birliktelerin oluşumu ve insanlığın
çalkalanıp yeni formlar edinmesi oldukça dikkate değer süreçlerdir ve bunlara
kayıtsız kalmak mümkün değil.
Milli felsefi düşünce; dünyanın bir insana
yaklaşımını veya bir insanın dünyaya özel, bireysel yaklaşımını aksettirmekten
farklı olarak, milli ben ile dünya arasındaki ilişkiyi ifade eder. “Milli ben”,
“bireysel ben”den ve “evrensel ben”den farklı olduğu gibi, onun dünya ile
ilişkisi de farklıdır.
Evrensel idrak, evrensel özbilinç asırlar
boyunca insanların dünyaya ilgisinin rasyonelleşmiş ifadesidir. Burada
duygudan, hissiyattan (hatıradan, kederden vs.) daha çok idrak ile ilgili (cognitive)
bilgiler yer alır. Ancak insanın dünya hakkındaki bilgileri farklı hiyerarşik
basamaklarda ortaya çıkar. Felsefe en genel bilgilerin fonunda, en genel
kanunların idraki üzerinden dünyanın genel manzarasını oluşturmaya
çalışır.
Hangi ülkede yaşarsa yaşasın ve hangi millete
mensup olursa olsun filozof, dünyayı bir insan ölçütü ile, insan prizmasından,
evrensel değerler noktasından anlamaya çalışır ve dünyanın, insan-dünya
ilişkilerinin farklı modellerini, anlayışlarını oluşturur.
Fakat insan dünya ile ilgisini kendi milli ve
bireysel prizmalarından açıkladığında da genelleme için yararlı olan rasyonel
bilgiler biraraya gelir. Her bireyin kendi dünyası olduğu gibi, kendi felsefesi
de vardır. Farklı bireylerin felsefelerini toplayıp, ortak noktaya getirmek
mümkün değildir. Daha doğrusu, felsefenin kendine has toplanma kuralları
vardır. Bu kurallar bilimsel bilgilerin, aynı şekilde sanat eserlerinin,
sanatsal izlenimlerin toplanmasından farklıdır.
Bir milletin felsefi
düşüncesi onun her bir üyesine ait felsefi düşüncelerin toplamı değildir;
milleti temsil yetkisi olan, milli ruhun taşıyıcısı, milli özbilinç baryerini
aşmış tek tek şahsiyetlerin, filozofların felsefi yaklaşımlarından, bu
yaklaşımların örgüsünden oluşur.
|